Uluslararası bir ortamda biz Türkler dert anlatıcılığında oldukça dolu ve yetenekli olabiliyoruz. Bazı dertler evrensel ama ülkece bireysel ve toplum olarak yakınacak çok şeyimiz varmış gibi gösteriyoruz. Belki de vardır. Neyse diğer toplumlardaki dertleri, endişe kaynaklarını öğrenince hangisine "Derdini seveyim!" diyeceğinize siz karar verin.
Öncelikle, buraya eğitim, ekonomi gibi çok derin konular hakkında uzun yazılar yazılmayacaktır. Sadece mizah tabanlı olup eleştirel ağzımızı bir kenara bırakıyoruz.
Bu yazıyı kendi ülkesi hakkında şikayet eden kişilerin ağzından yazıyorum. Yani birebir , uyruk uyruk dolanıp size dert dizdim. Buyrun.
1. Türkiye - Vize Sorunu
Ölürüm Türkiyem diye ilk sırayı tabi ki Türkiye'ye ayırdım.
Herkesin Avrupalı olduğu bir ortamda bir Türk en çok vize sorunundan bahseder. Avrupa ülkelerine vizesiz girememekten , vizelerin çok pahalı olduğundan, uzun süren ve can sıkan bir prosedür işlendiğinden bahseder.
Bu konuşma biraz uzar ve interaktif bir konuşmaya dönüşürse, yeşil, bordo pasaport muhabbetine girilir. Ama asla bir Avrupalıya yeşil pasaportu ve bordo pasaportu anlatmaya çalışmaz. Sadece yeşilin haksızlık olduğunu ve neden kendisinde bordo pasaport olduğunu anlayamamasından şikayet eder. Bu konu daha sonra arkadaş olunursa bir "reunion" yani yeniden görüşme planlarına evrilirse, Türk olan arkadaşımız (yani ben) artık isyan bayraklarını çeker ve seneye yeşil pasaport süresinin dolacağını bordo alıp vizeye başvuracak zamanının kalmayacağından bahsetmeye doğru koşar adım ilerler.
2. Finlandiya - Asosyallik Sorunu
Bu konuda tarafsız olmaya çalışıyorum ama. Olabileceğimin garantisini veremiyorum.
Finlandiyalı bir arkadaşımızla, eğitim sistemlerinin, modellerinin bizim ülkemizde çok popüler olduğunu, önemli bir rehber olduğunu, yaşam kalitesinin, yeni sosyal devlet anlayışlarının çok iyi işlediğinin konuşmasını yaparken, Finlandiyalı arkadaşın gözleri birden doldu.
Sebebi şu:
Finlandiya'da insanlar birbirlerini sevmiyor ve sosyallikten hoşlanmıyorlar.
Kimse birbirine selam vermiyor, tanıyanlar ise selam vermekten bir adım öteye gitmiyor.
Fin kızların çok güzel olma sebeplerinin asla gülmemesi olduğunu ve güneş görmemesi olduğunu ekleyip, herkesin güneşe ve +15 dereceye olan aşkından bahsederek ekliyor.
Dediğine göre Finlandiya halkı 15-20 derece havada bikinileri giyerek okyanusa giriyor. Ve tüm ısıtıcılar kapanıyor, güzel havanın tadını çıkarıyor.
Ayrıca , iş bulma sıkıntısının olmadığını her şeyin hazır olduğundan bahsediyor ve "Bize hiç çabalama fırsatı verilmiyor!" diye de yükseliyor.
İşler ilginçleşiyor; Finlandiya'daki otobüslerin Türkiye'dekiler gibi olduğundan bahsediyor. Yani iki pencere tarafında da ikişerli koltuklar olduğunu söylüyor. Ancak bu koltuklara eğer tek kişi oturduysa ve tüm koltuklar tek kişilerin oturmasıyla dolduysa sonradan binen kişi asla ve katiyyen ikişerli koltuktaki boş olan ve büyük doğal hakkı olan diğer koltuğa oturamıyor. Eğer oturma gafletinde bulunursa yanındaki tarafından kovuluyor ve ayakta beklemeye mahkum ediliyor. Bunu da kimse sorgulamıyor.
Bu durumun benzerlerini ve detaylı halini tam olarak buraya tıklayarak bulabilirsiniz.
3. İspanya - Tatiller ve Özerklik
İspanya'nın bölgelerini burada anlatırsak çok uzar.Bunun yerine size Katalanya'dan bahsedeyim.
Barcelona Katalanya'nın başkenti ve İspanya genelinde her sene turizm gelirlerinde en büyük rolü oynayan şehir.
Ancak bu gelirin orantılı olarak tüm ülkeye bölünmesiyle Barcelona'ya düşen kısmıyla büyük problem yaşıyorlarmış. Söylenene göre, Barcelona ülkeye çok kazandırıyor ancak bu kazandırdığı kısmın çok azı kendilerine düşüyor. Aldım , verdim kısmında büyük bir problem yaşıyorlar.
Ağustos 2018'de en son bulunduğumda şehrin her yerinde propagandalar devam ediyordu. Ben de o döneme denk geldiğimi düşünmüştüm ancak senelerdir süren bir problemin bir kısmını görmüşüm sadece. Barcelon halkı genel anlamda özerklik istiyor. Ayrıca ülkenin geri kalan kısmı Katalanları sevmediklerini tüm yerel televizyonlarda özgürce bağırırken bu durum medeni bir savaş halinde süregeliyor.
Diğer bir dert ise tüm ülkenin problemi olan tatiller. Tüm dünyanın İspanya ile ilgili bildikleri en iyi iki şeyden biri olan tatilleri ( ilki futbol diye tahmin ediyorum.) neredeyse her ay bir hafta gibi sürelere ulaşsa da halk bunun yetersiz olduğununu söylüyor.
Şöyle ki; İspanya'da siesta durumu gerçek. Yani öğlen 12-2 arası hiçbir esnafı, bankayı , yerel işletmeleri açık bulamazsınız. Çünkü siesta. Okulların öğle tatilleri de aynı şekilde uzun.
Her ay mutlaka 1 haftalık bir tatile denk geliyorsunuz çünkü bilmem ne bayramı kutlanıyor. Bu bayramlar tüm bölgeye öyle bir yayılıyor ki, sanıldığı gibi tatil olup geçiliyor değil. Sokaklarda kutlamalar, eğlenceler , festivaller yapılıyor. Tüm devlet kurumları da tatil.
Bankalar 10-14 arası açık ve 1 saat öğle tatili var.
Noel, paskalya gibi tatilleri saymıyoruz bile. Sevgililer günü , yaşayan tüm dinlerin özel günleri , bazı bölgelerde kişilerin doğum günleri de tatil.
Saysak buralar dolar ama özetle şu ki; İspanyollar: “Tatil, tatil, daha çok tatil!"
4. İngiltere - Güneşsizlik
Avrupa'nın çoğu ülkesinde ve şehrinde , şehrin ortasındaki parklarda bikinili insanların güneşlendiğini görebilirsiniz. Muhtemelen İngilizlerdir.
Güneşe olan sevgilerini ve aşklarını anlatmak için çağlar boyu oyunlar, piyesler, kitaplar , şiirler yazan bir millet olan İngilizler için havanın -1500 olmasının hiçbir önemi yok eğer güneş varsa. Ki muhtemelen yoktur.
Kozmetik sektörünün çok önemli bir yer tuttuğu aşikar ve en önemlisi olan fondötenleri muhtemelen bir İngiliz kendi teninden en az 1 ton koyu alabilir. Çünkü beyazlıklarıyla ve çilleriyle başları büyük derttedir.
Yarım kollu giymek her sezon ve her mevsim önemli bir aktivitedir. Çünkü olur da gün içinde güneş çıkarsa üstlerindeki ceketi çıkarırlar ve kollarının özgürlüğe kavuşmalarına izin verirler.
Oldu da çok şanslı oldukları bir gün hem güneş var hem de hava 20 derece. O günü en az 5 sene konuşurlar ve güneş gözlüklerini asla gözlerinden çıkarmadan geceye kadar günü yaşarlar. He bir de güneş itemi olan dondurma. Hemen ellere dondurmalar otomatik iner.
5.İtalya - Turist
Bu belki sevilecek bir dert değil de hak verilecek bir dert olabilir.
Ama , İtalyanların turist sevmeme sebepleri farklı.
İtalyanların sokak röportajlarında şöyle sebepler ortaya çıkıyor:
- İtalya'yı sadece pizzadan ibaret sanıyorlar turistleri istemiyorum.
- İtalya'ya geldikleri için çok iyi giyiniyorlar aralarında biz yereller kötü kalıyoruz.
- (bir kız) İtalya'ya sadece yakışıklı erkekler için geliyorlar ve turist kızları istemiyoruz.
- Selfie çubuklarıyla çok dayak yedik. Kullanmayı bilmiyorlar.
- İtalyancayı "gratze , amor , si" den ibaret sanan turistleri istemiyoruz.
- Sadece popüler diye hakkında hiç araştırma yapmadan bir lokasyona gelip fotoğraf çekip giden turistleri istemiyoruz. (Haklı)
gibi birçok sebepten dolayı turistleri istemediklerini söylüyorlar.
6.İsviçre - Sıkıcılık ve Sağlık Sigortası
Sıkıcılıkta çığır açan bir ülke olduklarını düşünüyorlar. İnsanların eğlence anlayışlarının olmadığını, gece hayatının çok aranan ama asla bulunamayan bi şey olduğunu , arkadaşlarla toplanmak istediklerinde herkesin " Niye?" diye sorduklarından bahsediyorlar ve ekliyorlar:
İsviçre'de herkes dağ evinde yaşıyormuş. Bu oran genel ülke itibariyle %80 lere ulaşmış durumda. Hal böyle olunca insanlar dağ evinde bireysel yaşama geçiyorlar. Çocuklar evden 18 yaşında ayrılıyor eğer şanslılarsa büyük abi ya da ablaları onları beraber yaşamaya davet ediyor. Ama katiyyen aileyle değil.
Çocuklar küçüklükten bir hobiyle büyüyor. Bu hobi mutlaka ama mutlaka var. Yani kimi gitar çalıyor, kimi ahşap boyuyor, kimi at bakıyor, kimi robotik kodluyor vs. Ama mutlaka herkesin bir hobisi oluyor ve ömürleri boyunca bu hobi üzerine bir hayat kuruyorlar bu şekilde de eşiyle ve ailesiyle vakit geçiriyorlar. Sosyallik 0 derecenin altında anlayacağınız.
Sağlık sigortası 20 seneyi aşkın bir süredir Dünya'da en pahalı İsviçre'de yapılıyor maalesef. Bu durum küçük yaştaki çocukları da oldukça etkiliyor ancak aileleri küçük çocuklarının masrafını karşılamıyor ve çocuklar meslek sahibi olduklarında veya reşit olduklarında ödemeye başlıyor.
Ödeyemeyen tabi ki asla yok ancak bu durumdan şikayetçiler.
7. Japonya - Yaşlı nüfus
Bunu bir Japon'dan kısa ve öz duydum şöyle anlatayım.
Japonya'da yaşlı insanlar çok fazla. Yeni nesil çocuk doğurmaktan yana değil. Bu durum yaşlı nüfus oranını artırıyor. Bu durumda bakmakla yükümlü oldukları nine ve dedeleri de artıyor. İstemediklerini ve onlara bakmak zorunda olmadıklarını söylüyor.
Bakmak derken, Japonya'da insanlar 100 yaşına kadar iş bulabiliyor.
Yani bakacak oldukları dede ve nineler hali hazırda bir iş sahibi. Ancak gidip onların iletişim ihtiyaçlarını , aile olarak yerine getirmeleri gereken sorumlulukları yani kısaca hal hatır sorup sohbet etmeyi bakmak olarak görüyorlar ve gidip yaşlı biriyle neden sohbet edeyim diyerek bunu reddetmek istiyorlar.
Çünkü yaşlı her insanın devlete "Torunum benimle sohbet etmiyor." diyerek şikayet etme hakkı varmış ve bu suçun yaptırımları da hafif değilmiş.