25 Mayıs 2017 Perşembe

Belçika’nın Wafflelı , İşeyen Çocuklu Brüksel’i !

Belçika’nın Wafflelı , İşeyen Çocuklu Brüksel’i !
  Herkese Merhaba!
  Erasmus’un ve Brugge’un 4. Ayında Brüksel’e ilk defa gittim . Normalde ilk ay her yer gezilir bitirilir ama nedense geciktirdim Belçika’yı gezmeyi. Brüksel’e de trenle gidebilirsiniz. 10 binişlik aldığım GoPass ile 5 Euro’ya gidip 5 Euro’ya
döndüm. GoPass sadece Belçika trenlerinde kullanacağınız 50 Euro’ya satın aldığınız ve toplam 10 binişlik hakkınızın olduğu bir bilet. Şöyle ki mesela Wallonia bölgesinde bir yere gidecekseniz trenle gidiş geliş toplam 40 Euro’ya yakın ödemeniz gerekiyor ama GoPass’iniz varsa sadece 10 Euro’ya gidip gelebilirsiniz. Bazen ise kullanmayın mesela Brugge’dan Oostende’ye gidecekseniz gidiş geliş 4 Euro’ya bilet alın ve GoPass’inizi daha uzun yolculuklarda kar etmek için kullanın. Bu arada GoPass’i herkes alabilir ama 26 yaş altındaysanız bu fiyatta daha büyükseniz fiyatlarını maalesef bilmiyorum.




  Neyse Türkler toplanıp Brüksel’e gittik. Brüksel’de 3 tane tren istasyonu var. Brüksel Zuid-Midi-Noord. Noord’ta inerseniz Türkiye’ye gitmiş oluyorsunuz çünkü tamamen Türklerin olduğu bölge kuzey bölgesi. Özkardeşler Kuyumculuk , Süleyman Kasap gibi tabelalarla karşılaşırsınız. He Türk yemeği özlediyseniz de çok iyi seçenek , künefe açık büfe kahvaltı baklava her şey var. Girdiğiniz mekanda da baya karadeniz müziği çalar yani bildiğiniz Türkiye.
  Biz de sabah kahvaltı yapalım dedik ve Türk restoranına gittik. Gözlemeli menemenli ve sucuklu yumurtalı böyle bir kahvaltı aldık 6 kişi. Ha zaten 5 aylığına burdayız olmasa da olurdu ama toplanınca Türkler olarak böyle ir kahvaltı yapalım dedik.

Müzik Enstrümanları Müzesi

  Sonra Brüksel Grote Markt’a gidelim ve Manneken Pis yani işeyen çocuk heykelini ve Hotel De Ville’in binasını görmeliydik. 

Manneken Pis.
Üstü restore edilen bir bina.


İtiraf etmeliyim Manneken Pis için çok ihtişamlı ve büyük bir bölgenin ortasında görmeye değer bir heykel bekliyordum. Ama sadece iki karış uzunluğunda ve öylesine yürürken birden köşede bir binaya konumlandırılmış şekilde bulduğumuz hayal kırıklığı yaratan heykel. 






Grote Markt'ın gündüzü ve gecesi.
Işıklandırmalar ve gotik binalar muhteşemdi.


  Heykelin bulunduğu sokak wafflecılarla , hediyelikçilerle ,çikolatacılarla dolu. Size tavsiyem waffle’ı Brüksel’de yiyin çünkü en ucuz Brüksel’de var diğer şehirlere kıyaslayınca tabi.



Kraliyet Sarayı

  Daha sonra şehir turuna çıkalım dedik . Primark’ı duymayan kalmamıştır biz de Brugge’da olmayan Primark’ı Brüksel’de bir görelim dedik ilk defa. Primark’a gitmek için şehrin merkezinden sokaklardan geçerek ilerledik. Çok güzel binaların olduğu ve öğrencilerin büyük bir kısmının Brüksel’de olduğunu keşfettik. Ve her an her yerde Türklerin yaşadığını hatta Brüksel’de olsaydım Türkçemin gelişeceğine karar verdim.
  Neyse sokaklardan ilerledik tabi bol bol sokak sanatçıları , büyük opera binaları , uzun alışveriş caddeleri her şeyden bol bol var Brüksel’de . Gerçekten Brugge’dan çok farklı . Hem modern binalar hem de tarihi evler iç içe. Ben Brüksel’i çok sevemedim sadece bir günde gezip bitirebileceğiniz bir yer. Ama alışveriş ve para harcamak için kesinlikle Brugge’dan çok daha ucuz olduğunu düşünüyorum.


  Mini Europe ve Atomium’u ve Katedrali maalesef göremedik. Hem hava çok kötüydü hem de dönmemiz gerektiği için başka bir sefere görmek üzere erteledik.

  Belçika Kraliyet Sarayı’na doğru giderken Müzik Enstrümanları Müzesi’nin önünden geçebilirsiniz. Eğer merkezden çıktıysanız yola daha şanslısınız çünkü Cinquantenaire Parkı’nı da görme şansınız var. Gitmeden önce mutlaka offline bir map indirin tabi her gezinizde yapmanız gereken bir şey bu.


  Bu arada Belçika’dan dönerken çikolata alacaksınızdır mutlaka bu yüzden çikolata alma işini Brüksel’de yapabilirsiniz . Brugge’dan çok daha ucuz olduğunu gördüm. Hatta diğer hediyelikler için de Brüksel’i Ghent’i tercih edebilirsiniz.
  Brüksel’i çok sevmedim bir daha gider miyim bilmiyorum ama Belçika’ya gelmişken mutlaka görmeniz gereken bir yer tabi..
  Diğer yazımda görüşmek üzere!


TILLEGEM CASTLE - BRUGGE

Konumu ve nasıl giderim?in cevabı için ;

 


Gezmenin 10 dakika ama doymanın bir gün sürdüğü güzellikteki bir bahçe içinde yer alan ve tarihiyle ilgili maalesef çok bilgi edinemediğim kale. Brugge’da merkezden biraz uzakta bir parkın ve ormanın içinde bulunuyor. Öğleden sonra gittiğinizde yerli halkın neredeyse akın ettiği yemyeşil bir park. Brugge’un simgesi olan nehirler ve kanallar bu parkın içerisinde de bulunuyor. Hatta kalenin etrafını bir ada gibi sarmalayan bir kanal manzarasıyla karşılaşıyorsunuz. Kalenin içinde yaşayanların olduğunu tahmin ediyoruz çünkü bazı pencerelerinde modern perdeler asılı. Bir gün hele de hava güzelse ve Brugge’da bol vaktiniz varsa, bir sandviç hazırlayın bir de örtü götürün yere serin ve öğleden sonranın tadını çıkarın. Çünkü gözünüzün doğadaki her renge doğacağından ve iyi ki gelmişim diyeceğinizden eminim.


 Evime bisikletle 10 dakika uzaklıkta olan bu orman baya büyük ve her yeri yemyeşil . Merkezden 25-30 dakika yürüme mesafesinde olabilir belki daha azdır . Yürüyüş yollarının sağlı sollu yemyeşil kaplanmış olması, köpeklerini gezdiren insanlar , bisikletini alıp gelenler , piknik yapanlar her şeyiyle güzellik katıyor bu ormana. Kalenin bulunduğu alan ise , kalenin içi ziyarete açık olmamasına rağmen epey bakımlı. Çit şeklindeki çalılar labirent şeklinde konumlandırılmış ve çimler aynı boyda vs. Suyun içinde ördekler , nilüferler gibi canlıları görebiliyorsunuz. Yürü yürü bitmeyen yürüyüş yolu ve güzel havada tadına doyum olmayan ağaç gölgeleri bir hafta sonunu geçirmek için çok iyi bir fırsat.

  Biz de sınav sonrası okula da yakın olduğu için , güneş gözlüklerimizi yere sermelik havlularımızı sandviçimizi alıp gittik. Uyuduk sohbet ettik yürüdük ve 3 saate yakın zaman geçirdik. Dinlenmelik harika bir fırsat.


  
  İnternetten bulduğum hikaye ise şöyle;
Mevcut Tillegem Kalesinin başlangıçta Lord Jan van Voormezele'ye ait olduğu 12. veya 13. yüzyıla dayandığı söyleniyor.
1879 yılında Tillegem Kalesi, Baron Eugène Charles de Peñaranda de Franchimont tarafından satın alındı. Mimari Jean-Baptiste de Béthune tarafından bugünkü görünüşüne Flaman Gotik Revival tarzında yeniden inşa edilmişti.
Kalenin 1980 yılına kadar özel olarak yerleşim görmüş olması. Bundan sonra eyalet hükümetine gitti. Daha sonra kale onarılarak ofisler için uygun hale getirildi.
Şu anda Tillegem Kalesi, eyalet hükümetinin çeşitli ofislerine ev sahipliği yapmaktadır. Ziyaret edilemez ancak çevresindeki parka serbestçe erişilebilir.
   Eğer Brugge’da vaktiniz çoksa ve bilinenden farklı yerleri görelim diyorsanız konumunu en başa koydum.

  Görüşmek üzere!

21 Mayıs 2017 Pazar

Beni Budapeşte’ye geri yollayın! |Erasmus | - 2

  Diğer ve son günün sabahı ise yine erkenden kalktık ve markete gittik. Birer sandviç yoğurt vs alıp küçük piknik tarzı merkezdeki çimlere oturup kahvaltı yaptık. Bu arada şehir gerçekten çok ucuz. Bir suya 40 cent bir yoğurda 50 cent gibi fiyatlar verdik. Böyle olduğu için marketten alışveriş yapmak neredeyse bedavaya geliyordu.
  Son gün Margaret Adası’na , Parlamento Binası’na ve Büyük Market Alanı’na gidip şehrin asıl merkezinde bir şeyler atıştırıp dönme planı yaptık. Parlamento Binası nehrin hemen kıyısında olduğu için adaya giden yolun üstündeydi. Yarım saat yürüdükten sonra Parlamento’ya vardık. Bu arada yol üstünde Yahudi ayakkabılarını da görebilirsiniz.
Yahudi Ayakkabılarının hikayesi şöyle.
Aslında 2 farklı hikaye var benim bildiğim. İlki ; II. Dünya Savaşında soykırım sırasında Arrow Cross isimli komutan Yahudileri denize atmadan önce Yahudi insanlar ayakkabılarını çıkarmak istiyorlar. Nedenini sorduklarında hayatta canlarından başka sahip oldukları en değerli şeyin ayakkabıları olduğunu söylüyorlar. Bu yüzden onları geride bırakıyorlar.
  Diğer hikaye ise ; komutanın ayakkabılarını çıkarmalarını emrettiği hikaye. Katliam sırasında ayaklarının da çıplak olmasını istediği için böyle bir emir verdiğini okudum.



Yahudi Ayakkabıları - Nehrin garip rengi ve bulunduğu noktanın karşı kıyıya bakan manzarası..



  Gurur verici tarafı ise , bu ayakkabı heykellerinin Can Togay isimli bir Türk tarafından yapılmış olması. Can Togay aslında oyuncu ve yönetmen. Bu heykelleri yaparken de Yahudi ailelerin anısına Gyula Pauer isimli heykeltıraşın orijinaline bağlı olarak yapmıştır. Parlamento Binası’nın hemen önüne konulan bu heykellerin önünde çiçekler ve mumlar görebilirsiniz. Bu arada Prag ve Budapeşte birbirine her açıdan çok benzeyen iki şehir. Ülkedeki diğer şehirleri bilmiyorum ama tarihi açısında şehrin genel görünüşü , insanlarının huy ve fiziksel açıdan benzemeleri , yemekleri , Yahudi geçmişleri , binaları her şeyi çok benziyor. Size önerim eğer bu iki şehre giderseniz mutlaka geçmişte yaşanılan soykırımlarla ilgili müzeleri ve Yahudi mezarlarını , Sinagogları gezmeniz. Her açıdan çok özel şeylerle karşılaşırsınız. Her iki şehirde de mezarlar , müzeler ve sinagoglarla ilgili tamamen Yahudi kültürünün tarihleriyle ilgili şeyleri gösteren ücretsiz turlar bulunmakta.


Parlamento Binası'nın nehir tarafından girişi

  Parlamento Binasının bahçesine girerken sizi görkemli bir manzara karşılıyor. Bu binayı da yaparken bir yarışma düzenlenmiş ve en iyi tasarım seçilerek yapılmış.Bina devasa büyük tabi ki duyduğuma göre içerisine 30 tane apartman sığabiliyormuş. Muazzam bir mimarisi var hayran olmamak elde değil. Gotik tarzda ve göz dolduran her küçük detayda bir şeyler bulabileceğiniz muhteşem bir bina. Tamamen sanat.

💜

 Küçük bir terastan merdivenlerden çıkıp bahçeye ulaşıyorsunuz. Bahçenin içi rengarenk çiçekler ,tarihin önemli isimlerinin heykelleri , muazzam binalar , mimarlık harikası çatılar ve merdivenler , göz alıcı bir peyzaj ile kaplı. Parlamento Binasının tarihi bir yana hala işliyor olması , ülke için çok önemli olması ve aynı zamanda bu kadar görkemli olması onu özel kılan şey belli ki. Nehrin tam kenarında bulunuyor. Ve eğer kuşbakışı resimlere bakarsanız , binalar ve kurulan bahçe düzeni muhteşem bir simetri ile konumlanmış. Eğer nehir kısmından girerseniz ilk göreceğiniz şey yeraltındaki Yahudi müzesi olur. Ben girmedim ama zamanınız varsa mutlaka girin ve görün derim. Bu müzeden ilerleyince heykelleri geçerek diğer tarafına ulaşabilirsiniz bahçenin. Eğer zamanınız varsa yaklaşık 1 gün kadar. İçine girebilirsiniz. Ücretler 3000 – 4000 HUF arası değişiyor. Ancak gitmeden ziyaret saatlerine de bakın çünkü her zaman uygun değil.
  

Parlamento Binası'nın önünde

NOT: Hem sabah hem akşam gidip görkemini görün. Özellikle gece ışıkları açıkken suya yansıyan görüntüsünün tadını çıkarın. Mümkünse nehrin diğer yakasından.
💫

Yeraltı Yahudi Müzesi


 Binadan sonra Adaya yaklaşık 35 dakika kadar yürüdük.Tam hatırlamıyorum belki daha da uzaktı. Adanın her yeri inşaattı. Ve ada diyince baya ice-cream shoplar , hediyelikçiler,kalabalık insanlar bekliyorsunuz ama öyle değil. City Park’tan daha boştu. Genelde genç kesim gelip güneşleniyor bu adada. 
  Belki diğer yakasında birçok yer vardır ancak çok sıcaktı ve zamanımız az olduğu için sadece yürüdük ve geri geldik. Köprünün diğer tarafından çıkıp tramvaya bindik ki şehir merkezine yani Büyük Pazar Alanı’na gidelim dedik. Gelmişken görmemek olmaz. Tramvaya binerken de yine tek binişlik bilet alabilirsiniz.350HUF. Yaklaşık 15 dakika kadar  tramvayla gittik ama maalesef o kadar acele indik ki durağın ismini hatırlamıyorum. Bu arada durağa gelene kadar yollar o kadar harikaydı ki. Her geçtiğimiz sokak cıvıl cıvıl ve rengarenk.Tam alışveriş şehri ve tam gez gez bitmeyecek cinsten.Zamanımız çok kısıtlı olduğu için mağazalara giremedim ve fiyatlar hakkında bilgim yok maalesef.
 Neyse yanlış durakta indik bu arada ve eğer emin olmak istiyorsanız mutlaka elinizde haritanız olsun zira Budapeşte’de İngilizce bilen sayısı çok az. Garsonlar ve müze yetkilileri hariç diğer kesim neredeyse hiç konuşmuyor.

Büyük Pazar Alanı

  Büyük Pazar alanına  gelmek için tramvaydan sonra biraz daha yürüdük malum yanlış durakta inince. Büyük Pazar alanı dediğimiz yer 2 katlı bir bina. Dışardan bakınca tamamen bir müze gibi duran içinde 3 kat (bodrum dahil) Pazar ve lokal satıcıların lokal yiyecekler ve hediyelikler sattığı bir bina.Aslında nehre çok yakın yine. Ama adadan tamamen zıt yönde konumlanmış. İçeri girince ilk katta sizi meyve-zebze , paprikacılar , peynirciler , hamur işi satan lokal satıcılar , et ürünleri satanlar , turşucular karşılıyor. Her yemeğe ve her türlü yiyeceğe paprika koyduklarını söylemiştim. Bu yüzden turşular ne olursa olsun paprikalı. Bu arada eve götürecek hediye de aramayın mutlaka güzel paketlenmiş paprika paketleri alabilirsiniz. 300-400 HUF civarında.
  Üst katta ise tamamen Macar yemeklerinin bulunduğu bir bölüm var. Değişik değişik satıcılar , değişik çeşitlerde yemekler satıyorlar. Tatlı – tuzlu ne isterseniz uygun fiyata burada tadabilirsiniz. Üst katın diğer tarafı ise hediyelikçilerden oluşuyor. Her türlü hediye çeşidini burada bulabilirsiniz. Biz girmeden önce çok ucuz olur ve buradan alabiliriz diye düşünmüştük ama dışardaki hediye satan dükkanlarla aynı fiyatta hatta bazen daha da pahalı. Buraya gelmişken mutlaka iğne oyalarına bakın derim. Hangi kültürden geliyor çok emin değilim ama tamamane bizim annelerimizin yaptıklarıyla aynı.
Bodrum katında ise balık ve marketleri bulabilirsiniz.
  Buradan da işimiz bitince Vaci Utca’ya doğru geçtik. Son birkaç saatimizi şehrin en ünlü en canlı sokağından geçip eve giderek geçirelim istedik. “Utca” sokak demek bu arada. Vaci ne demek bilmiyorum . Bu sokak şehrin tam ortasından yani en ünlü merkezden başlıyor ve çok uzun. Sağlı sollu en ünlü markalar , şık ve ucuz restoranlar , simetrik kaldırım taşlarıyla  dolu çok güzel bir sokak. Yine hem gece hem gündüz görülmesi gereken bir şehir diyebilirim. Bu sokak üzerinde  bulabileceğin dondurmacılardan tarçınlı dondurma denemelisiniz. Bu size küçük bir tavsiyem.  Eğer anahtarlık ve kartpostal gibi hediyelik düşünüyorsanız bu sokak üzerindeki satıcılardan alın. Tahmin ettiğiniz gibi ekstra pahalı olmacayaktır kalabalık bir sokak olduğu için. Tam tersi daha çok seçenek ve daha uygun fiyat göreceksiniz.
                                     
                                     

                                     
                                     
                                     
Fotoğraflar yetersiz biliyorum çünkü şarjım bitmişti tamamen ben de arkadaşımdan çekmesini istedim. Olduğu kadar..😉

Not: Bu yol üzerinde eğer Tesco görürseniz ara sokaklarda girip Turi Rudi depolayın en ucuzu Tesco’da.
  1 saat yürüdükten sonra hostele vardık eşyalarımızı sırtladık ve toplu taşımayı aynı şekilde kullanıp havaalanının yolunu tuttuk. Budapeşte havaalanı biraz küçük ve düzensiz.  Ama her şeye rağmen Brugge’dan sonra gördüğüm en güzel şehir. Hala Brugge en favorim tabi ki.
Çok para harcamadan , çok güzel şeyler yiyip içeceğiniz , her açıdan muhteşem bir zevkle gezeceğiniz , ruhunuzu ve gözünüzü bol bol doyuracağınız herkesin mutlaka görmesini istediğim harikalar şehri Budapeşte maceram bu kadar uzundu. 2 güne muhteşem şeyler sığdırmışım belli ki. Ama Széchenyi Termal Hamamı’na gidemediğim için biraz buruğum sanırım. Umarım başka bir sefere bunu da yaparım. Ucuz bilet bulduğun gibi gelin.

Diğer yazıda görüşmek üzere…

Beni Budapeşte’ye geri yollayın! |Erasmus | 💞

Beni Budapeşte’ye geri yollayın!
Herkese  merhaba!
Hafta sonu 2 günlüğüne Budapeşte’ye kısa bir tatile gittik. Bu aralar stajım var her gün bu yüzden gezilerim ancak hafta sonu olabiliyor. 2 gün hafta sonu ve ucuzundan hostel ve uçak bileti bulunca Budapeşte’yi görelim dedim.
8 kişilik bir arkadaş grubuyla gittik. Finlandiya İspanya ve Türkiye kombosu.
  İlk gün uçağımız akşamdı.Ryanair kullandık yine. Brugge’dan Brüksel Charleroi havaalanına geçtik. Flibco bus kullandık. Brugge’dan 2 saat süren direk shuttle otobüslerden. 17 Euro’ya online olarak alabiliyorsunuz biletleri. Eğer zamanınız yoksa şoförden alıp 21 Euro ödeyebilirsiniz. Aslında bu otobüs bizim uçak biletlerimizden de pahalı ama maalesef Brugge’dan Charleroi havaalanı için başka kullanabileceğiniz mantıklı seçenek yok.
  Daha sonra 17.55’teki uçağa bindik ve 20.00 civarında Budapeşte’ye indik. Şansıma pencere kenarına denk geldi koltuğum ve güneş de burada geç battığı için gidene kadar birçok şeyi gördüğüm için sıkılmadım. Macaristan sınırlarına girdikten sonra resmen büyülendim . Yukarıdan görünen şey sadece yeşil renk v e kahverengi çatılardı. Şehir düzeni muazzam. Sokaklar düz , evler kare kare bloklanmış durumda. Her yer yemyeşil.


 Budapeşte’ye yaklaştıkça alçaldığımızdan çoğu detayı da görebildim. Üstelik şansıma havaalanına inmek için havada biraz dolaştık. Budapeşte’yi daha fazla kuşbakışı gördüm ve daha gezmeden ne kadar güzel bir şehir olduğuna emindim.

  Havaalanına indiğimizde Brugge’dan alışmadığımız bir hava karşıladı bizi. İner inmez henüz giydiğimiz ceketleri çıkardık . Hava ne sıcak ne soğuktu. Hafif esen bir rüzgarla ılık bir havayla Budapeşte gezimize başladık.
  Havaalanı çok küçük olduğu için çıkışa hemen çıktık ve şehir merkezine gidecek bileti almak için yetecek kadar para çevirdik. Bu arada Macaristan kendi para birimini kullanıyor. HUF para birimi. 350 HUF alarak bir toplu taşıma kullanabiliyorsunuz. Ancak şehir merkezine gitmek için bir otobüs bir metro değiştirmek gerekiyor. 200E otobüsüne binip son duraktan M3 metro hattını kullanarak şehir merkezine gidebilirsiniz. Aktarmalı bilet almak için 500HUF ödemek gerekiyor. Aksi takdirde 350 ve 350 ayrı ayrı almak zorunda kalabilirsiniz. Bu arada 1 Euro = 304 HUF idi. Biz havaalanında çok fazla para bozdurmadık tabi genel kuraldır ki havaalanındaki exchange ofisler her zaman daha fazla komisyon alıyor.
  Çıkmadan önce mutlaka şehir haritasını havalimanından edinin. Hatta bulduğunuz “What to do / don’t” gibi broşürleri Budapeşte’de mutlaka bulun ve taşıyın. Çoğu yerde sigara yasakları , biletsiz binişlerin cezası , taksicilerden yenen kazıklara kadar her şeyin yazdığı bir broşür var Budapeşte’ye özel. Benim dikkatimi çeken ise şehirdeki kötü olaylara karşı önlemlerin çok fazla yazılması bu broşüre. Çünkü hırsızlık , sert kurallar , trafikte saygısız şöförler gibi birçok olumsuzluğa yer verilmiş. Heralde çok fazla güzel şey olunca insanlar kötülere yer verelim demişlerdir.
  Havaalanından çıktık ve metroyla aktarma yapıp şehir merkezine indik ki hepimiz ağzımız açık kaldık. Budapeşte’nin sokakları , insanları , akşam hareketliliği her şeyi çok çok büyüleyici. “Budapest Eye” denilen ve tahmin edineceğiniz üzere bir dönme dolap şehrin ortasında duruyor. Aslında tam şehir merkezi sayılmaz bizim hostelimizin olduğu yer ama Budapeşte’de her yer şehir merkezi. Sıkıcı bir tek sokağa daha rastlamış değiliz. Hostelimiz Tuna Nehri’ne yani şehrin sembollerinden biri olan ve şehri ikiye bir de adaya bölen nehre çok yakındı. Günlük 8 Euro verdiğimizi de işin içine katacak olursak çok ucuza ve çok da güzele kaldık.
  Fakat çok iyi kaldık!






  Sadece 2 gün konakladığımız hostelimizi kimseye öneremem ne yalan söyleyim. Daha önce gittiğimiz ülke ve şehirlerde de en ucuzundan hostellerde kalmıştık ancak böylesi yoktu. Temizlik ve çalışan ilgisi yok arkadaşlar maalesef yani oy bile verecek kadar yok. 1 versem 1’e yazık olur o kadar yok. Hostelde yaklaşık 25 oda var hepsi 3 tane banyo kullanıyor. 3 tane de tuvalet. Bir tane ufacık mutfak. Neyse 2 gün olunca çok da dert etmedik ama gitmeyin yani daha fazla kalacaksanız.


  Hostele eşyaları bırakıp market aramaya çıktık . Tesco tabi en ucuz market zincirlerinden biri. Ancak saat 22’yi geçiyordu o yüzden bir yer bulamadık. Tabi İspanyollar yol üzerinde geçerken ucuz Türk restoranı gördüklerini söylediler. Evet herkes dürüme bayılıyor aVrupa’da bu gerçek. Gittik ve cidden 3 Euro’ya tavuk dürüm ve kola ikilisini aldık arkadaşlar. Ama içerde bizim mezelerimiz , baklava , çay, tiramisu , kazandibi , sütlaç her şey vardı. Ben yurtdışında Türk yemeklerini yemekten kaçınıyorum aslında farklı tatlar denemek için ama o an fazla bir seçeneğimiz yoktu hem çok açtık hem de yakın ve ucuz olunca tabi daldık.
  İspanyol arkadaşımız çay ve baklavayı da aldı eklemek istedim.
  Sonra şehir turu..
  Hostelimiz Aziz Stefan Bazilikasına 2-3 dakika uzaklıktaydı. Yani nereye gidersek gidelim katedrali görüyorduk. Gece de gündüz de görmüş olduk.
  Aynı akşam şehir merkezindeki festivali de gördük ve sokakları dolaştık. Her sokağı ayrı renkli ve hareketli . Çok fazla turist olan bir şehir belli ki. Ama mesela Brugge’da da çok fazla turist olmasına rağmen akşam 18’de kapanan dükkanla yüzünden sokakta kimseyi bulamıyoruz. Budapeşte’yi görünce tabi coştuk.

Hostelden aşağı inince sola bakıyorsunuz ve "Aziz Stephen Basilica"

  Diğer gün Pazar olmasına rağmen tabi Budapeşte’nin muazzamlığı devam ediyordu. Sabah 10 gibi hostelden ayrıldık. Bir şeyler yemek için kafe bulduk sonrasında gezmeye başladık. İlk durağımız Katedraldi. 

Aziz Stephen Katedrali 


Sonra Katedralin bulunduğu alanda en sevdiğimiz şey olan “City Free Tour” ve rehberler vardı. Evet bu turlar hemen hemen her Avrupa şehrinde var. Genelde genç insanların rehberlik ettiği ve çok da uzun olmayan mesafeleri gezdirdikleri turlar. Biz de hem gezip hem öğrenme işini bedavaya getirelim diyerek katıldık. Zaten 1,5 saat süreceğini ve kaleye çıkıp geleceğimizi söyledi. Yani hem zamanımızı almayacaktı hem de istediğimiz yerleri görecek yerimiz olacaktı.


Four Seasons Hotel'in kapısı. Çok ünlü bir mimar tarafından yapılmış.

  Ücretsiz tur başladı ve nehre doğru yürümeye başladık. Yolda bir şişko adam heykeli var ve bıyıkları da baya belirgin bir şekilde yapılmış. Gruptaki diğer insanlar biliyor çoğu Avrupalı . Ancak benim bir fikrim yoktu. Rehberin söylediğine göre bu heykelin göbeğine dokunanın göbeği bu kadar olmazmış ama bıyığına dokunursan bıyığın öylesine gür olurmuş. 
                   

Gresham Sarayı (Bilim Merkezine çok yakın. Karşısı da ZincirKöprü)

  Sonra nehre doğru yürüdük yolda Macaristan Bilim Merkezi’nin önünden geçerek nehre vardık. Meşhur aslanlı köprüden geçip kaleye doğru geçecektik. İspanyol arkadaşım bana aslanlara dikkatli bak dedi. Bir şey dikkatini çekerse söyle dedi. Ben de iyice baktım bulamadım. Bir hikayesi varmış ; bu köprü yapılırken kral bir yarışma düzenlemiş. Kim en güzel tasarımı ve en özel tasarımı yaparsa köprüyü o tasarlar istediği şekilde demiş. Bir mimar da aslanları tasarlamış her iki girişte 2 şer olmak üzere 4 tane. Sonra kralın karşısına geçmiş ve baya özgüvenle çok kusursuz aslanlar tasarladığını ve eğer biri kusur bulursa kendini o köprüden atacağını söylemiş. Sonra küçük bir çocuk kralın yanına gidip aslanların dili olmadığını söylemiş. Sonra bu mimar kendini nehirden atmış. Böyle de bir hikayesi var bu köprünün.



Zincir Köprü'den manzaralar
Aslan çok net değil ama internetten diğer fotoğraflara mutlaka bakın.
Bu arada havada uçuşan şeyler polenler. Şehrin her yeri inanılmaz yoğun bir şekilde polen dolu. Hassasiyetiniz varsa yılın bu zamanları sakın gitmeyin. Kaçacak yeriniz yok çünkü istisnasız her yer böyle.


  Neyse köprüden geçerken tabi çirkin bir nehir rengi alttan , yemyeşil muhteşem bir ada manzarası sağdan ve zincirli köprü soldan görünüyordu. Şehrin iki yakasında da kıyı boyunca hayran kalınası yapılar var. Parlamento Binası’nı ya da kaleyi hiç saymıyorum bile. Normal apartmanlar ve aralarda kalmış sokaklar bile şaheserlerle dolu.
  Karşıya geçince bizi bir teleferik karşıladı. Kale biraz tepede kaldığından çıkmak için merdiven , yokuş ya da teleferik seçenekleriniz var. İsteyen teleferiğe binip şehrin manzarasıyla yukarı çıkabiliyor. Biz yokuşu seçtik çünkü bedava.

  Kaleye giderken , sabah kahvaltı yapmadığım için – kafede bir şey yemedim- yolda seyyar bir satıcıdan Budapeşte’ye özel bir simit aldım ki yediğim en kötü şeylerden biriydi. Baya kötüydü yani almayın. Sonra kaleye ulaştık. Kalenin manzarasının tadını çıkarıp  Balıkçı Tabyasına doğru yürümeye başladık.  İki yapı arasında yürürken bile kalenin içinden yürüyorsunuz. Yani bir yanınız kale bir yanınız eski şehir manzarası. Balıkçı Tabyasına ulaştıktan sonra daha önce hiç görmediğim çatı süslemeleri karşıladı bizi.  Tabyanın çatısı rengarenk mozaiklerle süslenmiş ve rehberin söylediğine göre bu süsleme şekli Macaristan’da genel olarak çok popülermiş. Tabyanın bahçesi tamamen taştan oluşuyor ve birçok teras bulunuyor. Teraslara gidip şehrin fotoğraflarını çekebilir ve manzaranın tadını çıkararak bir kahve içebilirsiniz.







Kale'den harika manzalar.😍
  Saat geç olunca ve tur da bitince şehre gidip Macaristan’ın ünlü yemeklerini denemek istedik. En ünlü şey buraya dair Gulaş çorbası. Evet Gulaş bir çorbaymış arkadaşlar burda yemek değil. Ben yiyemedik et olduğu için. Diğer yemeklerini denedik. Pişiye benzeyen bir hamurları var. Adı Langos. Langos’u istediğiniz her türlü şeyle yapıyorlar. Bir diğer ünlü şey ise hiç duymamıştım ama Paprika . Her restoranın logosunda paprika bulabilirsiniz. Hatta hediyelikçilerde genelde paprika sembolü çok yaygın. Acı ya da tatlı her türlü yemeğe kullanıyorlar. Makarna ve tavukları da çok fazla seviyorlar. Biz öyle pahalı restoranlara gitmedik. Sinagog’a çok yakın ara bir sokakta çok ucuza yemek yiyeceğimizi söylediler biz de aradık taradık bulduk. Ben tavuklu mantarlı güzel bir Langos yedim. Garson çok yerel olduğunu söylediği bir de zencefilli içecek getirdi ki çok güzeldi. Diğer arkadaşlarda biftekli ya da tavuklu Langos söylediler.




Langos

😋

  Daha önce bahsettiğim broşürde ne yenir ne içilir kısmı küçük de olsa vardı. Buraya özgü “Cottage Cheese” li bir çikolataları var. Ama süzme peynir değil . Başka bir peynir türü bu . Çevirisi süzme diye çıkıyor . Her markette bulabileceğiniz Turi Rudi’den bahsediyorum arkadaşları. Yaklaşık 20 Cent gibi bir fiyata marketlerin dondurucu bölümlerinden alabilirsiniz.


Turi Rudi

😜

  Yemekten sonra Sinagog’a girmek istedik ama giriş 30 Euro’ymuş tabi düşünmeden vazgeçtik.

Arkadaşlar bu arada yemeği yediğimiz yer bu grafitinin olduğu binaya çok yakın. Ama altındaki restoran değil. Onun 2-3 yanındaki restorandı. Sinagog'un hemen 2 sokak solunda kalıyor.
  Kahramanlar Meydanı’yla başlayan ve kocaman bir yeşil alanla ve müzeyle devam eden City Park’a gitmeye karar verdik. Bu arada Finlandiyalı arkadaşın ayağı sorunlu olduğu için onlar metro kullanarak oraya gittiler biz de yürümeye karar verdik. Yaklaşık 6 kmlik bir mesafe vardı ama hava o kadar güzeldi ve şehir o kadar büyüleyiciydi ki yürümekten başka bir seçenek düşünmedik bile. Ben ve İspanyol arkadaşlarla yürümeye başladık. Yürürken hayatımda gördüğüm en güzel caddelerden geçtik , muhteşem binalar gördük. Binalara olan tutkumdan bir türlü kurtulamıyorum ve Budapeşte’de aşırı mutluydum bundan dolayı. Yol üzerinde bir bisiklet türü bir şey gördük. Yaklaşık 10-15 kişilik at arabası gibi ama herkes yan oturuyor bir şeyler içiyor ve pedal çeviriyor. Böylece şehri dolaşıyorlar. Çok iyi fikir.






City Park

  City Park’a ulaştık ve Kahramanlar Meydanı’nın , Hall of Art’ın , Vajdahunyad Kalesi’nin Güzel Sanatlar Müzesi’nin bolca fotoğrafını çekerek parka girdik. Parka girer girmez yeşilin muhteşem tonu , çok güzel ve muazzam bir kalabalık ve bir nehir sizi karşılıyor. Biz de tabi o kadar yürümenin ardına çimlerin üstüne yayıldık. Biraz oturup dinlendikten sonra festivale gittik. Müzenin içinden geçerek mimarlık harikası binaları görerek ve canlı müziğin tadını çıkararak akşamı bekledik. Daha sonra yine aynı yoldan yürüyerek hostele döndük. Bu sefer akşam yemeğini hostelde yedik küçük bir market alışverişiyle.
Bu sırada biten şarjım ve unutulan fotoğraf makinesinin azizliğiyle şehre fotoğraf çekmeden devam ediyordum…
Devamı bir sonraki yazıda (Çok uzun oldu)..